Psikoterapi Yöntemleri
Evrenin en karmaşık yaratığı olan insanı ve insan davranışını çözmek kolay değildir. Bundan dolayı psikoloji-psikiyatri dünyasında tek bir doğru yoktur.
İnsan kişiliğini açıklamaya çalışan temel psikolojik yaklaşımlar, kendine özgü psikoterapi yöntemlerini doğurmuştur.
Psikodinamik yaklaşım, psikoanaliz, psikoanalitik terapi: İnsan psikolojisine damgasını vuran Freud, görüşleriyle psikiyatri ve psikoloji kadar antropoloji, tarih, edebiyat ve güzel sanatları da derinden etkileyen büyük bir bilim adamıdır.
Freud’ un psikodinamik yaklaşımında kişilik psikolojisi id, ego ve süperego (üst benlik) olarak üç birimli bir yapıya dayanır.
İnsanın hayvansal yönünü ve tüm enerji kaynağını temsil eden id, cinsel ve saldırganlık olarak iki temel dürtüye sahiptir. Bu dürtüler koşul ve zaman tanımaksızın doyuma ulaşmayı arzularlar.
Bireyin vicdanını temsil eden üst benlik ise ahlak kuralları ve sosyal değerlerin bir sentezidir. Diğer kimselerle uyum içinde yaşamayı ve toplumsal kurallara uymayı sağlamaya çalışır.
Ego, id ile üst benlik arasında denge kurmaya çalışan arabulucu, danışman görevindedir. İd’ in istekleri kısmen ya da tamamen karşılanabildiği gibi bazen reddedilmek durumunda olacaktır. İstekleri reddedilen id’ in isyan etmemesi için ego savunma mekanizmalarını devreye sokar, id’ in istekleri bilinçaltına itilerek, id-süperego arasındaki çelişki halı altına süpürülerek, görünüşte çözülür.
Bilinçaltına itilen doyurulmamış arzu, istek ve çelişkiler hiçbir zaman ortadan kalkmaz, insanın davranışını etkiler. Çözüme ulaşmamış çelişkiler bilinçaltında aşırı biriktiğinde ego işin içinden çıkamaz hale gelebilir ve bu çelişkiler bireyin davranışlarını yönetmeye başlar. Psikolojik ve psikiyatrik bozuklukların temelinde de bu yatar.
Psikoanalitik terapi, bilinçdışında yatan çelişkileri bilinç düzeyine çıkararak çözüme ulaştırmayı hedefler. Çelişkiler bilinç düzeyine çıktığında kontrol bireyin eline geçecek ve psikolojik sorun tedavi olacaktır.
Klasik psikoanaliz haftada en az 3 seanstan, birkaç yılı bulan uzun bir terapi yöntemidir. Hasta bir divana uzanır, terapist hastanın göremeyeceği şekilde arkasında oturur ve hasta aklına geldiği şekilde konuşur. Akla gelenler tuhaf, saçma, çocuksu vs. ne olursa olsun hiçbir şekilde ket vurulmamalıdır.
Akla gelenler başka bir düşünceyi uyandırır ve süreç ilerler. Buna serbest çağrışım süreci denir. Hasta yoğun biçimde konuşur, terapist, Freud’ un kişilik kuramı çerçevesinde yorumlar. Hasta bu yorumlara çoğu kez karşı çıkar, tepki verir. Gösterdiği direnç terapiyi bırakmasına, ara vermesine yol açabilir.
Terapi ilerledikçe hastanın direnci kaybolur, terapist danışanın yaşamında önemli bir parça halini alır. Yani arada bir transfer gerçekleşmiş, danışan terapistin çocuğu, terapist anne-baba rolünü almaya başlamıştır. Çocukluğunu yeniden yaşayan hastaya anlayışlı ve hoşgörülü anne-baba modeliyle yaklaşılır. Hasta bu çalışmalar sırasında eski çatışmalarının kaynağını görecek, bunları bilinçdışına nasıl ittiğini anlayacaktır.
Psikoterapinin daha ileri safhalarında transfer ilişkisi yerine hasta ile terapist arasında daha olgun bir ilişki kurulur. Birey kendi yaşamının sorumluluklarını almaya başlar. Bu terapinin sonlanma zamanının geldiğini gösterir.
Son yıllarda klasik psikoanalizin yerini haftada 1-2 görüşme ile aylar içinde sonlanacak, daha kısa süreli psikodinamik terapiler almıştır. Burada yalnızca geçmişe değil, içinde bulunulan ortam ve gelecek hakkındaki düşünceler de terapinin konusuna dâhil edilir. Serbest çağrışım ve transferans yanında daha eklektik yaklaşımlar da kullanılır.
Psikoanalitik terapi içgörüye açık kişilerde tedavi edicidir. Bu nedenle psikozlarda kullanılmaz. Nevrozlarda ise tedavi etkinliği yüksektir.
Varoluşçu terapi: Bireyin kendini gerçekleştirmesinin psikolojik gelişmenin temeli olduğunu savunan insancıl-humanistik psikoloji, varoluşçu terapinin özüdür.
Varoluşçu terapistler için bireyin o anki öznel yaşantısı ve bu yaşantının ne kadar farkında olduğu terapi konusudur. Bireyler her zaman belli seçimler yaparlar ve duygu, düşünce, konuşma ve davranışları bu seçimlerinin ürünüdür. Bu seçimlerden de bireyler mutlak biçimde sorumludur.
Varoluşçu terapistler, insanı gelişmiş bir hayvan olarak görmez, apayrı karmaşık bir varlık olarak ele alırlar. İnsan kendine özgü bir canlıdır.
Humanistik psikoloji iki farklı psikoterapi yöntemi doğurmuştur. Carl Rogers’ ın danışan merkezli terapisi ve Fritz Perls’ in Gestalt terapisi.
Danışan Merkezli Terapi: Danışan merkezli terapide hasta, hastalık, psikopatoloji yoktur. Her insan temelde iyi olup, gelişme ve kendini gerçekleştirme eğiliminde ve arzusundadır. Terapiye gelen kişi kendini gerçekleştirme yolunda engellenmeye uğramıştır. O bir hasta değil, bu ketlenmeyi bir danışman yardımıyla aşacak danışandır.
Rogers insandaki en temel dürtünün kendini gerçekleştirme, kendini ifade etme olduğunu savunur. Kendini ifade etmede engellenmelerle karşılaştıkça kişinin kendine olan saygısı azalacak, kendi istek ve duygularını bastıracak, zamanla istek ve duygularından iyice kopacak, bu da psikolojik dengesini bozacaktır. Terapideki amaç iç dünya ile davranış arasındaki tutarsızlığı ortadan kaldırmaktır.
Kendimizi serbestçe ifade etmemizin ilk engelleri bebeklik, çocukluk çağlarında ortaya çıkar. Örneğin, iki yaşındaki bebeğiniz mamasını kendi elleriyle yemek istiyor, bunu yaparken de bir miktar mamayı yeni koltuklarınıza sıvamaktan büyük zevk alıyor. Hemen hiçbir anne buna sınırsız imkan vermeyecek, belli tedbirler alacaktır. 4 yaşındaki çocuğunuz elinde boya kalemi salonunuzun duvarlarını kirletti. İster istemez sesiniz yükseldi, bunu bir daha yapmamasını ikaz ettiniz. Buna benzer örnekler sık sık yaşanır. Çocuk iki yol izlemek durumundadır. Cezalandırılma ya da anne babanın sevgisini kaybetme korkusuyla yapmak istediklerini bırakacak veya anne babaya aldırmayarak kendini ifade etmeye devam edecektir.
Kendini ifade etmeye yönelik istek ve dürtüler şiddetli biçimde bastırıldığında, kişi zaman içinde kendi istek ve duygularının farkına varmamayı öğrenir. Bu da en büyük içsel çatışma nedenidir.
Peki çocuklarımıza hiç sınır koymayalım mı? Tabi ki hayır. Çocuğa sınır koyma, ödül ve gereğinde uygun ceza çocuk eğitiminde şarttır. Burada püf noktası çocuğun davranışı ve çocuğun “beni” arasında iyi bir ayırım yapmaktır. “Bu davranışın uygun değil, yaptığını onaylamıyorum ve bunu yapmanı bir daha istemiyorum” demeli ancak çocuğunuza koşulsuz sevgi vermeli, onu her koşulda sevdiğinizi ve seveceğinizi göstermeli, saygı duymalısınız. Çocuğun “beni” bir yanda, davranışı bir yandadır.
Bu şekilde yetişen çocuklar kendine güvenli, iyi iletişim kuran ve iç dünyalarının bilincinde olacaktır. Kendini gerçekleştirme eğilimi sekteye uğramamış bireyler yapıcı, sevecen, hayata olumlu bakan, hoşgörülü, duyarlı kişiler olacak, sağlıklı bir ruh hali ile mutluluğu yakalayacaklardır.
Danışan merkezli terapide danışana koşulsuz saygı, empatik anlayış gösterme ve içtenlik esastır. Terapi sürecinde farkına varmaktan korkmamak gerektiği, insanın her şeyi kabul edecek bir anlayışta olması gerektiği, insanın duygu, düşünce, konuşma ve davranışlarından kendisinin sorumlu olduğu vurgulanır. Kendini olduğu gibi kabul etmesini öğrenen danışan içsel huzuru yakalar.
Gestalt terapi: Almanca biçim, tamamlanma, bütünleşme anlamlarına gelen gestalt kelimesi terapi anlamında kişinin bütünleşmesi, eksik hissedilen, sonuçlanmamış yönlerin anlamlı biçimde yeniden oluşturulup, tamamlanmasıdır. Fritz Perls, gestalt terapinin kurucusudur.
İnsanlar kendini gerçekleştirme eğilimiyle doğmakta, değişik sosyal baskılar bunu engellemektedir. Birey toplumla uyum uğruna kendi iç dünyasında ne olup bittiğini, dış çevrenin iç dünyasını nasıl etkilediğini görmezden gelmeye çalışmakta, duygu ve düşüncelerini bastırmaktadır.
Farkındalık bilincinde olmayan insanların duygu, düşünce ve davranışları üzerinde denetim ve seçimleri olamaz. Bu kişiler alışkanlıklarının esaretinden kurtulduğunda seçeneklerin farkına varır, koşullanmaların etkisinde kalmadan bilinçli seçimini yapar, kendi sorumluluğu altında hareket etmeye başlar.
Gestalt terapide terapist ile danışan arasında usta çırak ilişkisi vardır. Terapist danışanı bilinçlendirmeye çalışır. Psikoterapinin amaçlarından biri kişinin duygu, düşünce, konuşma ve davranışlarından her koşulda sorumlu olduğunu, bunları yapmasının kendi tercihi olduğunu öğrenmesidir. Seçimler sorumlulukları getirir. Sorumluluktan kaçan danışana yardım etmek mümkün değildir.
Gestalt terapide danışanın belli bir sorununu çözmek hedeflenmez. Amaç bireyin kendisini etkileyen içsel ve dışsal faktörlerin farkına varmasını sağlamaktır. Birey sorunlarının farkına vardığında, çözüm yollarını zaten kendisi bulacaktır.
Davranışçı terapi: Davranışçı terapide, öğrenme kavramlarından yararlanılarak bireyin şikayetçi olduğu davranış bozukluğu giderilmeye çalışılır.
Davranışçı terapide altta yatan psikolojik neden hiç dikkate alınmadan doğrudan sorunlu davranış tedavi edilmeye çalışılır. Örneğin, alkolizm tedavisinde amaç alkol içme davranışını ortadan kaldırmak, yerine spor gibi olumlu bir davranışı oturtmaktır.
1960’ lı yıllardan itibaren bilişsel psikoloji ve davranışçı psikoloji kavramlarını kaynaştıran bilişsel davranış terapisi, Albert Ellis önderliğinde psikiyatri dünyasına girmiştir.
Fobi tedavilerinde etkinliği açık olan sistematik duyarsızlaştırma tekniği davranışçı terapinin en önemli yöntemlerindendir. Sistematik duyarsızlaştırma tekniğinde bireyin en az korktuğu, kaygılandığı durumda gevşeyip, rahatlamasına yönelik uygulamalarla başlanarak kademe kademe en korkutucu duruma çıkılır.
Sosyal becerileri geliştirmeyi hedefleyen, kendine güvenli davranış eğitimi de davranışçı terapide sıklıkla kullanılır. Belirli bir davranışın alıştırmalarla tekrar edilerek öğrenilmesidir.
Örnek göstererek yapılan alıştırmalar da fobi tedavilerinde etkindir. Köpekten korkan bir çocuğa, köpekle oynayan çocukları göstermek, sonraki aşamada da köpeğe yaklaştırmak bir davranış terapisidir.
Ödülleme, kendini denetleme ve biyobildirim tekniklerini içeren edimsel koşullama yöntemleri de sigara alışkanlığı, alkol alışkanlığı, yeme bozuklukları, kekeleme, çalma alışkanlığı gibi durumlarda psikiyatristlerce sıklıkla tercih edilen davranış terapisi yöntemleridir.
Bilişsel davranış terapisi: İnsanın içinden kendine söylediği düşünceler onun davranışlarını ve kendini nasıl hissedeceğini doğrudan etkilemektedir. Bundan yola çıkan bilişsel davranış terapisi bireyin kendisiyle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelerini öğrenip, onların kaybolmasını sağlayıp, yerine olumlu düşünceler yerleştirmeyi hedefler.
Benlik bilincinin temeli olan “Ben elinden geldiğince çalışkan, dürüst, samimi, sorumlu bir insanım” duygusunu danışana vermek bilişsel davranışçı terapinin özüdür.
Grup terapisi: Bireysel terapiye göre ekonomik oluşu nedeniyle öne çıkan grup terapisinde psikoanalitik, danışan merkezli terapi, Gestalt terapi, etkileşim grupları ve davranış terapileri uygulanabilmektedir.
Bireylerin aynı sorunla yalnız kendilerinin boğuşmadığını, yalnız olmadıklarını görmelerini sağlaması, grup üyelerinin birbirlerine destek olmaları, günlük yaşam sorunlarını paylaşıp, destek alabilecekleri bir ortam bulmaları ve açık iletişimi kolaylaştırması gibi faktörler grup terapisinin avantajlarıdır.
Yukarıda temel psikoterapi yöntemlerini özetledik. Bunlardan ilham alan, özünde aynı hedefe varan yüzlerce psikoterapi yöntemi olduğunu söyleyebiliriz.
Son yıllarda bütünleştirilmiş psikoterapiler, eklektik yaklaşımlar öne çıkmaktadır. Burada amaç, kişinin davranış sorununu, duygusal problemini, bireyin gereksinmesini ön planda tutarak en hızlı ve etkin sonucu almaktır.
Antalya psikiyatri ve psikoterapi merkezi olarak biz, temel psikoterapi yöntemleri yanında sıklıkla bütünleyici psikoterapiyi tercih ediyoruz.
Etik ve bilimsel psikoterapi yöntemlerinden yararlanmak için Antalya psikiyatri ve psikoterapi merkezimizin uzman psikiyatrist ve psikoterapist ekibini tercih edebilirsiniz.
Psikiyatrist ve psikoterapist Emine Filiz Uluhan.