Depresyonda İlaçsız Tedavi
Çeşitli psikoterapi yöntemleri ve egzersiz, depresyon tedavisinde ilaca alternatif olarak ya da ilaç tedavisini desteklemek amacıyla kullanılmaktadır.
Haftada ortalama 3 gün, 20-30 dakikalık aerobik egzersizin 8-12 hafta süre ile uygulanması depresyonda tedavi edici bir etkiye sahiptir. Yani egzersizi bir antidepresan olarak kabul edebiliriz.
Egzersiz norepinefrin, serotonin ve endorfin salgılanması üzerinde etkili olmakta, bu da bireyin duygudurumunu doğrudan etkileyerek mutluluğu arttırmaktadır. Mutsuz modta takılıp kalmayı engelleyen egzersiz isteksizlik, toplumdan uzaklaşma, eve kapanma, benlik saygısında azalma gibi depresif belirtileri azaltmaktadır. Çaresizlik, değersizlik, hiçlik hissi gibi duygular egzersiz sayesinde azaltılabilir. Düşünce kontrolünü sağlayan psikoterapi teknikleri egzersiz ile desteklendiğinde ilaçsız depresyon tedavisi başarı ile mümkün olur.
Depresyon ve egzersiz ilişkisini araştıran bir çok çalışmada spor yapmayan bireylerde depresyon gelişme riskinin belirgin olarak yüksek olduğu görülmektedir. Bazı psikiyatristler egzersizi hareket terapisi olarak isimlendirirler. Halter, tenis, jogging ve beyzbol benzeri bir oyun olan softball’un depresyon tedavisindeki etkilerini karşılaştıran bir araştırmada ise jogging daha etkili bulunmuştur. Tüm çalışmalardan elde edilen ortak sonuç ise düzenli aerobik egzersizlerin özellikle hafif ve orta dereceli depresyonlarda antidepresan ilaçlar kadar etkili olduğudur.
Depresyonun ilaçsız tedavisinde ve kalıcı tedavide bir diğer alternatif ise psikoterapidir. Hasta ile terapist arasında güvene dayalı empatik bir ilişkinin sağladığı destekleyici psikoterapi, depresyon tedavisinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Destekleyici depresyon terapisinde yıkıcı dürtülerle başetme, kişilerarası ilişkiler, hastalık ve hastalığın seyri hakkında eğitim, gerçekçi ve uygulanabilir hedefler belirleme, çevresindeki kişilerin hastayı desteklemesini sağlama, depresif ruh halinde iken karar almayı önleme gibi konularda psikososyal destek sağlanır.
Psikanalitik yönelimli psikoterapilerde bilinçdışı çatışmalar bilinç alanına getirilerek benliğin denetime alınması hedeflenir. Psikoterapist hastayı etkin bir değişme çabasına yöneltmelidir. Düşünceleri, duyguları ve davranışları arasındaki bağlantıyı görebilen hasta tedavi olacaktır. Düşünülen ve hissedilen şeylerin bireyin bir parçası olduğu ve ondan korkulmaması gerektiği, hissedilenden farklı davranmanın mümkün olduğu, harekete geçmeden önce muhakeme yürütme ve davranışlar üzerinde denetim sağlama yetisi kazanıldığında tedavi de sağlanacaktır. Benlik saygısının yükseltilmesi, katı ve acımasız üst benliğin yumuşatılması psikanalitik yönelimli psikoterapilerin ana hedeflerindendir. Meydana gelen her olayda birinin hatasını arama şeklindeki aşırı ahlakçı anlayışın sona ermesi depresyon tedavisinde en önemli adımlardandır. Günümüzde uzun ve ağır psikanalitik terapi yerine içgörü kazanmayı hedefleyen, karakter özelliklerinden ziyade davranışlara, belirtilere ve günlük işlevlere yönelik kısa süreli dinamik psikoterapilere ağırlık verilmektedir.
Depresyonun bilişsel terapisinde ise çarpıtılmış bilişleri ve bunların altında yatan şemaları tanıma ve düzeltme amaçlanır. Hafif olgular 3-5 seansta iyileşme gösterse de çoğu vakada 12-20 seanslık bilişsel terapi uygulanması gerekir. Terapi boyunca hastanın özel sorunu tanımlanır, öncelikli problemleri ele alınır, umutsuzluğu azaltma yolunda çalışılır, biliş ve duygu arasındaki ilişki gösterilir, terapötik ortamda sosyalleştirme sağlanır.
Depresyonun bilişsel terapisinde şimdiye odaklanılır. Direkt sorularla hastanın duygu ve peşin hükümlerini ortaya koyması sağlanır ve bunlar üzerinde çalışılır. Yeni şeyler öğrenme bilişsel terapinin ana yöntemlerinden biridir. Psikoterapist hastaya umut aşılayabilmelidir. Düşüncelerin duyguları ürettiği gerçekliği hastaya iletilmelidir.
Hasta ahlakçı ve mutlakçı anlayıştan pragmatik ve rasyonel düşünme biçimine yönlendirilmeli, “meli-malı”, “tümü” gibi katı inanışlar “yararlı”, “bazı” gibi genel ve ucu açık ifadelere dönmelidir. “Tüm insanlara kendimi sevdirmeliyim” yerine “Bazı insanların beni sevmesinde yarar vardır”, ya da “Her şeyde başarılı olmalıyım” yerine “Çoğu şeyi başarmam yararlı olacaktır” tarzındaki düşünme biçimi hastanın önündeki yolları açacak, stres ve kaygıdan uzaklaşmasını, mutluluğa ulaşmasını kolaylaştıracaktır.
Özel biri olmayı arzulayan mükemmeliyetçi düşünce yapısının değişmesi de depresyon tedavisinde önemli bir adımdır. Kendini yeterince iyi bulmamanın, başkalarının hatalarını hoş görürken kendine karşı acımasız davranmanın sonu depresyondur. İşte, zenginlikte, başarıda, mevkide, şöhrette ve güzellikte mükemmel olmanın, mutluluğun bir şartı olmadığı bilinmelidir.
Herkesten takdir almak gerekmediği, davranışlar ve insanlar arasındaki ayırımın yapılabildiği gerçekçi ve öz saygıyı koruyucu bir düşünce yapısı depresyondan çıkmanızı sağlayacaktır. Her hangi birinden alacağınız övgü ya da yergi sizi hiçbir zaman ne en yükseklere taşıyacak ne de yerin dibine sokacaktır.
Çoğu hasta sürekli kendini eleştirir, hatta depresyonda olmasından bile suçluluk duyar. Psikoterapi boyunca depresyonun kişisel bir tercih olmadığı ayrıntılı olarak işlenecektir.
Bilişsel terapi hiçbir zaman ahlakçı değil tamamen pragmatik bir yöntemdir. Hastaların yetersizlikleri, yanlışlarından ziyade önemli olan onların yanlışlarından bir şeyler öğrenmesine yardımcı olmaktır.
Depresyon tedavisinde depresyonu çoğulcu biçimde ele alan, birey ve psikososyal çevresi arasındaki etkileşim üzerinde duran kişilerarası psikoterapi de etkin bir tedavi yöntemidir. Burada depresyon her hangi bir kalp hastalığı, akciğer hastalığı, enfeksiyon hastalığı gibi tıbbi bir model olarak el alınır. Depresyon ile hasta ilişkisi, belirtiler, sosyal ve kişiler arası deneyimler ve sabit kişilik özellikleri çerçevesinde değerlendirilir. Depresif belirtileri azaltmak ve benlik saygısını düzeltmek temel hedeftir. Bunun yanında bireyler arası ilişkilerin kalitesi ve sosyal uyuma yönelik çalışılır.
Depresyonun davranışçı terapisinde ise sosyal becerilerde, stresörlerle başa çıkmada, duyguları düzenlemede görülen belirgin kusurları düzeltme amaçlanır. Bunu yaparken kişinin çevreyle ilişkilerindeki zevk verici etkileşimler arttırılmaya, hoşnutsuzluk verenler azaltılmaya çalışılır.
Depresyon tedavisinde evlilik ve aile terapisi de önemli yer tutar. Eşle olan ilişkide güven eksikliği, ebeveyn- çocuk-kardeş ilişkileri depresyonda son derece önemlidir. Evlilik uyumsuzluğu ve depresyon bir kısır döngü yaratır. Evlilik ve eş problemleri depresyon riskini arttırırken, depresyonlu birey eşi ve evliliğiyle ilgili problemlerde zayıflık göstermekte, çiftler giderek birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Depresyonlu birey çocuklarıyla da sorunlar yaşar. Onlarla başa çıkmakta güçlükler yaşarken, çocuklarının davranışlarına tahammül gösterme eşiği giderek düşer, aynı zamanda onları rahatlıkla azgın, itaatsiz, sorumsuz olarak algılayabilir. Depresyonun çözülmesinde ve uyumlu aile işlevinin restorasyonunda evlilik ve aile terapisine büyük rol düşer. Burada bireyleri suçlamak yerine ilişkinin hasta olduğuna dikkat çekilir. Eşlerin diğeri hakkındaki mantık dışı olumsuz düşünce ve incitici yorumları psikoterapi boyunca ayrıntılı ele alınır. Nihai hedef iletişim ve etkileşim kalıplarını düzeltmek, karşılıklılığı artırmak, zorlanma ve suçlanmaları azaltmak, işbirlikçi problem çözme becerisini kazandırmaktır.
Görüldüğü üzere depresyonun ilaçsız tedavisinde farklı psikoterapi yöntemleri ve egzersiz etkili biçimde kullanılmakta, çoğu kez antidepresan ilaçlar kadar etkili olmaktadırlar.
Psikiyatrist Emine Filiz Uluhan, Antalya psikiyatri ve psikoterapi, Muratpaşa/Antalya, 2014.