Psikiyatride Yeme Bozuklukları
Yeme bozuklukları sıklıkla anoreksiya nervoza, bulimia nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu grupları altında sınıflandırılır.
Anoreksiya Nervoza:
Macar Prensi Margaret (1242-1271) belgelere girmiş ilk yeme bozukluğu vakasıdır. Ülkesinin özgürlüğü için kendini Tanrının hizmetine adayan ve bir manastıra kapanan Margaret yemeklerine hiç dokunmadan sürekli dua ediyordu. 29 yaşında bilinci açık, bir deri bir kemik halinde ölmüştür.
Orta çağlarda oruç tutarak kendilerini açlığa ve ölüme mahkûm eden azizeler de günümüzdeki tanımıyla anoreksiya nervoza vakalarıdır.
İngiliz dahiliye uzmanı Gull ise 1873 yılında anoreksiya nervoza terimini ilk kez literatüre sokmuştur.
Fransız Psikiyatrist Janet ise 1900’lü yılların başında hastanın gerçekte savaştığı güçlü bir iştahı olduğu ancak kilo almama fikrinin tüm zihnini kaplayarak bu amacı gerçekleştirmek için bedenini aşağıladığını söyleyerek hemen hemen günümüzdeki tanımı yapmıştır.
Anoreksiyanın görülme sıklığı ortalama binde beştir. 12-25 yaş arasında ortaya çıkmakla birlikte özellikle ergenlikte 14 ve 18. yaşlarda pik yapmaktadır. Kızlarda erkeklere göre 20 kata kadar daha sık görülmektedir. Bale gibi ince bir vücut gerektiren mesleklerde ve sosyoekonomik durumu daha iyi olanlarda sıklığı daha yüksektir. Birçok çalışma genetik bir yatkınlığı desteklemektedir. Yüksek doğum ağırlıklı doğan kızlarda anoreksiyaya yatkınlık daha fazladır. Anorektik bireylerin ailelerinde major duygudurum bozuklukları, fobik bozukluklar ve alkol kötüye kullanımı daha sık gözlenmiştir.
Radyolojik görüntüleme yöntemlerinin ilerlemesiyle bu vakaların çoğunda beyinde temporal lobda bazı düzensizlikler saptanmıştır. Freud’un psikodinamik yaklaşımına göre anoreksiya, bireyin cinsel uyarılma ile baş edememesine bağlı olarak beslenme içgüdüsündeki bozulmadan kaynaklanır. Gıda reddinin çevreyi ve özellikle de anneyi denetleme yolu olduğu, ana-babayla etkileşim eksikliğinden kaynaklanan temel ego kusurları neticesi kişisel yetersizlik duygusundan tetiklendiği, kendilik duygusunda bir bozukluğun etken olduğu, kadın cinsel rolü ve erişkinliğin getirdiği kaygılardan kaçış yolu olarak ortaya çıktığı görüşleri psikodinamik modele uygundur.
Pasif baba, baskın ve aşırı aktif anne aile yapısı sıktır. Anne ve babanın mükemmellik beklentileri, aşırı koruyucu tavırları ve katı tutumları da anoreksiya gelişiminde faktördür. Son yıllarda ince, zarif, çekici görünme gibi çağdaş sosyokültürel değerler anoreksiya sıklığını arttırmıştır.
Hastalar yetersiz gıda alımından dolayı bedensel olarak erimiş, giysileriyle zayıflığını saklamaya çalışan, saçları seyrelmiş, ciltleri kuru, çatlak ve sarımsı renkte gözlenir. Hemen hemen tamamı genç bir kadındır. Bazı hastalar yemesini kontrol edemeyip, tıkınırcasına yeme atakları gösterebilir. Bu durumda hemen ardından kilo vermek için kusar, laksatif ve diüretik kullanırlar. Aşırı egzersiz yaparlar. Çoğu hasta ise hiçbir şey yememeyi tercih eder.
Aşırı kilo alma korkusu, tedaviye direnç göstermelerine neden olur. Çoğu hastanın psikoseksüel ve fiziksel gelişimi geridir. Ağır vakalarda vücuttan su kaybı ve elektrolit (tuz) dengesizliği geliştiğinden kardiyovasküler bozukluklar görülebilir. Potasyum kaybı nedeniyle ani ölüm gelişebilir. Metabolizma çok yavaşlamıştır. Amenore sıktır.
Tedavide öncelikle beslenme eksikliğine bağlı biyolojik bozulma ortadan kaldırılmalıdır. Ağır vakalarda hastaneye yatırılarak sıvı ve elektrolit dengesi sağlanır.
Davranışçı bilişsel terapiler tedavinin ana unsurudur. Olumlu ve olumsuz pekiştirme metotlarıyla kalori tüketimini arttırmak ve egzersizleri kısıtlamak hedeflenir. Kilo almanın hastaya getireceği anksiyete mutlaka tedavide göz önüne alınmalıdır.
Destekleyici ve yorumlayıcı psikoterapilerin yanında grup terapileri de etkili tedavi yöntemlerindendir. Birçok otör, özellikle ergenlerde aile terapisinin de zorunlu olduğunu söylemektedir.
Eşlik eden depresyon durumları antidepresanlarla desteklenebilir. Klorpromazin, siproheptadin ve amitriptilinden fayda görme oranı yüksektir.
Önceki tedavilerde yanıtsızlık, evli olmak ve bozuk aile ilişkileri tedaviyi güçleştiren etkenlerdir.
Bulimia Nervoza:
Bulimiayı kısa sürede aşırı yeme ve istemli kusma olarak tarif edebiliriz. Romalıların ağır ve aşırı ziyafetlerinin ardından kilo almamak için bir tüy yardımıyla kustukları bilinmektedir.
Bulimia, sözlük anlamı olarak öküz açlığı denen bulimiden ismini almaktadır.
Bulimikler çoğu kez normal kiloda olduklarından hastaların tanınması daha zordur. Bulimia nervozalı hastaların %10’u tedavi görmektedir. Sıklıkla 15-29 yaş arasında görülmekte olup her 100 hastanın 95-96’sı kadındır.
Bir serotonin antagonisti olan siproheptadin, anoreksiya nervozada kilo alımını arttırırken, bulimia nervoza da fayda göstermez.
Bu hastaların aileleri aşırı koruyucu, sarmalayıcı olmakla birlikte çözülmüş özellikler gösterirler. İhmal, ret, suçlama örüntüleri hakim olup, ailesel anlayış ve destek azdır. Aile sosyal yönden içe kapalı fakat beklentileri yüksektir. Hem hasta hem de diğer aile fertleri aile içi ilişkilerden huzursuz ve tatminsizdir. Bulimik hastaların anneleri depresyona ve düşmanca hislere eğilimlidir. Babalarda irritabilite ve impulsivite düzeyleri yüksek, alkol kullanma sıklığı fazladır.
Psikolojik olarak temelde duygu dışa vurumunda bozukluk olduğu kabul edilir.
Bulimia sıklıkla ağır bir diyet dönemini izleyerek görülmektedir. Bulimikler, anorektiklere göre daha dışa dönük ve sosyal bireylerdir. Mükemmeliyetçi, eleştiriden korkan kişilerde bulimia daha sıktır. Öz yeterlik duyguları zayıf olup yetersizlik ve güvensizlik hisleri kuvvetlidir.
Psikodinamik modele göre ana-baba figürlerine yönelik bilinçdışı agresyon nedeniyle ceza görme gereksinimi ve ilişkilerdeki çatışmalar yiyecek ile yer değiştirmiştir. Sembolik olarak tıkınırcasına yeme ataklarıyla insanları içine alır ve yok eder.
Vücut anneden psikolojik olarak ayrılmasına yardım eden bir geçiş nesnesi olarak kullanılır. Yiyerek anneyle simbiotik ilişki istekleri, kusarak ta anneden ayrılma isteği sembolize edilir.
Bulimiklerde cinsel taciz öyküsü de sıktır.
Tipik bulimia hastaları 14-40 yaş arasında, normal kilolu, zayıf ya da şişman beyaz tenli kadınlardır. Tıkınırcasına yeme, kusarak kilo almaya engel olma, kusturucu ve laksatif kullanma, aşırı egzersiz, aç kalma ve şişmanlama fobisi tipik örüntüdür.
Çoğu kez ani gelişen stresli bir olay tıkınma ataklarını başlatır.
Bulimikler yerken kendilerini hipnoza girmiş, hipnotize edilmiş gibi tariflemektedirler. Bu tıkınma atakları genellikle bir tarafından yakalanma, yiyeceğin tüketilmesi, karın ağrısı, şişkinlik gibi şikâyetlerden rahatsız olma ya da uykuyla sonlandırılır.
Yeme eyleminden sonra kişi utanç ve suçluluk duyar, kendinden iğrenir. Kiloda oynamalar sıktır ve kilolarına çok duyarlıdırlar.
Tedavide psikoterapi şarttır. Bilişsel-davranışçı tedaviler ve antidepresanlar faydalıdır. Aile terapileri anorektik vakalar kadar tavsiye edilmez. İmipramin, fenelzin, desipramin, trazodon ve fluoksetin depresif semptomları geriletmede ve kusmada etkili olmaktadır.
Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu:
Kusma ve laksatif kötüye kullanma alışkanlığının olmadığı, açlık ve yiyecek alımını kısıtlama ve inhibe edememeyle giden bir yeme bozukluğudur. Hızlı ve uzun süre yerler.
Anksiyete, obsesif düşünceler, yetersizlik duyguları, güvensizlik, hobi yoksunluğu ve sosyal ilişki azlığı sıktır. Öfke ve düşmanlık hisleri kuvvetlidir. Cinsel taciz öyküsüne çoğu vakada rastlanır.
Anne ve baba aşırı koruyucu ve kontrol edici olmakla birlikte ilgi ve şefkat düzeyleri düşüktür.
Özetlersek; yeme bozuklukları biyolojik, psikolojik, ailesel ve sosyokültürel etkenlerin karşılıklı etkileşiminden kaynaklanan multifaktöriyel hastalıklardır. Tedavide uzman antalya psikiyatrist hekimlerimiz kadar diğer hekimler, öğretmenler ve ailelere de önemli görevler düşmektedir.