Çift ve Aile Terapisinde Bilişsel Davranışçı Yaklaşım
Amerikan ve Avrupa kaynaklı veriler çiftlerin %40’ının evliliklerinin ilk 15 yılında boşandığını, ikinci evliliklerde bu oranın daha da yükseldiğini göstermektedir.
Yine aynı kaynaklara göre psikoterapiste gidenlerin yaklaşık yarısı çift ve aile sorunları nedeniyle başvurmaktadır. Psikoterapiden en az memnun olan grup da aile terapilerine katılanlar arasından çıkmaktadır.
Bunun birçok sebebi vardır. Pek çok çift terapiye değişmek için değil, haklılığını kanıtlamak veya kendisini değil eşini ve diğer aile üyelerini değiştirmek için gelmektedir. İlişkilerine dair gerçekçi beklentileri olmayan, kendilerini etraflıca değerlendirmekten kaçınan, kendilerinde değişime inanmayan çiftlerin terapilerinde olumlu sonuçlar almak mümkün değildir. Boşanma sürecinde olan veya evlilik ilişkilerinde sorun yaşayan birçok çift genellikle eşin isteksizliği, terapiye gelmek istememesi veya herhangi bir sorun olduğuna inanmamaları ya da herhangi bir müdahale için artık çok geç olduğu gibi kanaatler ileri sürmektedirler.
Pek çok çift için aile terapisi, her hafta gelip kavgalarını ve anlaşmazlıklarını anlattıkları bir forum gibi algılanmaktadır. Terapiste rahatça içlerini döken çiftler kendilerini iyi hissederek eve dönmekte, bu huzur ilk kavgalarına kadar sürmektedir. Bu kısır döngüye girmemek için gerçek anlamda bireysel değişime hazır ve motive olmalıdırlar. Ancak bu şekilde aile probleminin altında yatan bireysel kişilik çarpıklıkları ve düzgün işlemeyen karmaşık davranış örüntüleri düzeltilebilir.
Psikoterapi literatüründe genellikle evli olsun ya da olmasın herhangi bir eş ilişkisi çift terapileri, çocuklu eş ilişkileri ise aile terapileri olarak isimlendirilir.
Bilişsel davranışçı yaklaşım çift ve aile terapilerinde en sık kullanılan psikoterapi yöntemidir. Yakın ilişki problemlerinde bilişsel davranışçı terapi uygulamaları 1960’lı yıllarda Albert Ellis ile başlamıştır. Ellis çiftin ilişkisindeki bozukluğun;
1- Bireylerin eşlerine dair mantıksız ve gerçek olmayan inançlarına,
2- Eş ve ilişki hakkında gerçek olmayan beklentilere ulaşılamadığında meydana gelen hayal kırıklığına bağlı olduğunu savunur.
Bu olumsuz bilişsel süreçler bireyde öfke, karamsarlık, mutsuzluk gibi negatif duygulara sebep olmakta, birey bu durumu olumsuz davranarak eşine yansıtmaktadır.
Tedavide ana prensip, çiftlere anlaşmazlıkları neyin ortaya çıkardığını farkına varmayı ve akabinde davranışlarını yeniden yapılandırmalarını öğretmektir. Bilişsel terapide aile bireylerinin birbirleriyle etkileşimini yönlendiren altta yatan inanç sistemleri çözümlenir. Neticede eşlerin kendi sorunlu bilişlerini değerlendirme ve değiştirme, iletişim kurabilme ve sorunları yapısal biçimde çözme becerilerini kazanmaları sağlanır. Bilişsel davranışçı terapi teknikleri sorun çözmede ve ailenin gelecekteki güçlüklerle baş etme becerileri geliştirmede hızlı ve etkili sonuçlar vermektedir. Bilişsel davranışçı bakış, aile bireylerinin beklentileri, inançları ve tutumlarının birbiriyle ilişkili niteliklerini ele alarak aile bireylerinin etkileşimlerine odaklandığından geleneksel sistemik aile terapileri ve yapısalcı aile terapileriyle de uyum gösterir.
Sonuç olarak bilişsel davranışçı aile terapileri danışanların var olan güçlü yanlarını tespit edip, bunları sorunu çözmede kullanmak yanında bilinçdışında kökleşmiş ve değişmesi zor olan sorunlu örüntülerin bilişsel, duygulanımsal ve davranışsal yönlerini değerlendirip, müdahale eden yöntemlerdir.
Bilişsel süreçler birçok bileşenden etkilenmektedir. Bunların başında algılar gelir. Algı, bir kişinin veya bir durumun bizim için anlam ifade eden yönleridir. Çift ve aile ilişkilerinde algı etkileşimde bulunduğumuz eşimizi ya da aile üyesini nasıl tanımladığımızdır. “Alıngan”, “fazla duyarlı”, “hassas”, “soğukkanlı”, “telaşlı” gibi tanımlamalar algılarımızdır. Algılar, insanlara nasıl baktığımızı belirler. Algılar, karşılaşılan yeni bilgilere bağlı olarak değişime açıktır. Bazen, kişinin eşiyle veya aile üyeleriyle yaşadıklarına bağlı algısal önyargılar oluşabilir.
Bilişsel süreçler şu öğeleri içerir:
1- Seçici dikkat: Bireyin olayların sadece belli yönlerini fark edip, diğer yönlerini görmemesidir. Bazı bireylerin eşinin söylediklerine odaklanıp davranışlarını göz ardı etmesi gibi.
2- Yüklemeler: Eşinin hareket ve sözlerine ait atıfta bulunmak, kendince çıkarımlar yapmak. Eşinin bir soruya cevap vermemesini duymamış olabileceğini hiç düşünmeden onu dikkate almadığına yormak gibi.
3- Beklentiler: Eşiyle ilişkide belli olayların oluşma ihtimaline dair şartlanmış tahminler. İş yerinde arkadaşımla olan problemi eşime anlatırsam öfkelenecek gibi.
4- Varsayımlar: İnsanların ve ilişkilerin genel özelliklerine dair kalıplaşmış inançlar. Erkekler ağlamaz, erkeklerin duygusal bağlanmaya ihtiyacı yoktur gibi.
5- Standartlar: İnsanların ve ilişkilerin olması gereken özelliklerine dair yerleşik inançlar. Eşler arasında hiçbir sınır olmamalı, evlenince eski arkadaşlıklar unutulmalı, ekonomiyi erkek idare etmeli gibi.
Aile bireyleri yıllar süren etkileşimleri sonucu ortaklaşa inançlar geliştirirler ve bunlar bir aile şeması oluşturur. Aile şemasındaki bilişsel çarpıtmalar, işlevsel olmayan etkileşimlere yol açar. Örneğin, aile üyelerinden biri, diğerleri tarafından bencil damgası yiyebilir ve bu durum tüm fertlerce sorgusuz kabul edilir. Bu durum bilinçdışı şekilde birçok olayda çanak tutularak beslenir ve pekişir. Bir süre sonra o birey de bunun gerçekliğine inanır.
Bu şemalar kişinin algıda seçiciliğini, diğer kişilerle yaptığı çıkarımları ve aile ilişkilerinden memnun olup olmamasını etkiler. Şemalar değiştirilmesi zor olmakla birlikte yeni deneyimler sayesinde değişme potansiyeline sahip şablonlardır. Örneğin, kendi mezhebinden olmayan biriyle kızının evlenmesine kesinlikle izin vermeyen ve mezhep ayrılığı fikirleri olan bir baba, kızının kendi seçtiği eşiyle ne kadar mutlu olduğunu görünce, o zamana kadarki tüm ayrımcı fikirleri değişebilir, dünyaya farklı bir gözle bakar.
Bilişsel çarpıtmalar, bilgi işlemedeki hatalardan kaynaklanan ve çatışma sebebi olan otomatik düşüncelerdir. Bunları örnekleyecek olursak:
1- Keyfi Çıkarımlar: Onu doğrulayacak bir kanıt olmaksızın sonuca varmak. Arkadaşıyla ders çalışırken eve geciken çocuk için “kim bilir nerelerde top oynuyor” sonucuna varmak gibi.
2- Seçici Soyutlama: Olayın tümünde sadece belli detaylara dikkat edilir. Eşinin sorularına kısa yanıtlarla cevap veren erkek için, kadın “artık beni sevmiyor” yargısına varabilir.
3- Aşırı Genelleme: Birbiriyle ilişkili ya da ilişkili olmayan bir iki olaydan her şeyin temsiliymiş gibi genelleme yapılır. Ödevini bitirmeden arkadaşlarıyla dışarıya çıkmasına izin verilmeyen çocuk “hiçbir şey yapmama izin vermiyorlar” diye yakınabilir.
4- Büyütme ya da değerini azaltma: Bir durum abartılı şekilde olduğundan önemli ya da önemsiz olarak algılanır. Tek dersten karnede zayıf getiren bir çocuk için “bu çocuk okumaz, okuyamayacak” demek gibi.
5- Kişiselleştirme: Sonuç çıkarmaya yetecek kanıt olmadığı halde olayları kendine yorma, kendi üzerine alıp, alınganlık yapma. O günkü yemeğe eksik bulduğu için tuz ekleyen kocası için kadının “ kocam benim yemeklerimi sevmiyor” şeklinde genellemeye varması gibi.
6- Ya hep ya hiç tarzı düşünme: Kutuplaşmış düşünce olarak da isimlendirilen bu yaklaşımda deneyimler ya tümüyle başarılı ya da tümüyle başarısız olarak değerlendirilir.
7- Etiketleme ve yanlış etiketleme: Geçmiş dönemlerdeki hata ve eksikler bilinçdışında yerleşerek kişiyi bugünkü kimliğinde betimler. Kadro yetersizliği nedeniyle terfi edemeyen bir memur “işe yaramazın biriyim” diye düşünebilir.
8- Tünel görüşü: Eşler zaman zaman sadece görmek istediklerini ya da o anki ruhi durumlarına uygun düşenleri görürler.
9- Ön yargılı düşünceler: Otomatik biçimde eşin niyetinin arka planında olumsuz bir fikrin yattığı varsayılır. Eşi için sürpriz bir doğum günü hazırlayan kadın için erkek “bakalım bunun arkasından ne tavizler istenecek” diye düşünebilir.
10- Zihin okuma: Sözel iletişim olmaksızın karşıdakinin zihnini okumak ya da kendi zihninin okunmasını istemektir. Tatile çıkamadıkları için morali bozuk ve gergin olan kadın, durumu anlatmamasına rağmen “sanki benim ne istediğimi bilmiyor, nasıl da vurdumduymaz” diye düşünebilir.
Aile bireylerinin ilişkilerini etkileyen en önemli etkenlerden biri olan seçici dikkatin, karşıdakinin negatif özelliklerine yönelmesi oldukça örseleyici etkiler yapar. Ebeveynlerin çoğu kez çocuğun iyi yönlerini görmezden gelip, o kısımları onore etmeden, en küçük bir yanlışını yüzüne vurması negatife yönelmiş seçici dikkattir. Kişinin eşi veya diğer aile bireylerine objektif ve dengeli bir bakış açısı geliştirmesi, çift ve aile terapisinin odak noktasıdır.
Sonuç olarak bilişsel davranışçı terapideki hedef istenmeyen davranış sıklığını azaltarak, yapıcı davranışların sıklığını arttırmaktır. Bu sayede çiftler arası birçok sorunu çözmek mümkündür.