Psikoterapi Nedir? Ne Değildir?
Psikoterapi terimi gerek Yunanca, gerek Latince, gerekse İngilizcede ruh, can, nefes almak anlamlarına gelen psiko kelimesiyle bir hastalık ya da bozukluğun tedavisi veya tıbbi olarak tedavi etmek anlamına gelen terapi kelimesinin birleştirilmesinden meydana gelmekte olup, psişik ruhsal hastalıkların ilaç ve cerrahi yöntemler kullanılmadan tedavisi anlamındadır.
Psikoterapi programı yapılandırılıp çerçevesi çizilip ve evrensel standardizasyonu sağlandığı taktirde bilimsel bir terim olarak ele alınabilir.
Konuşma ve diyaloğa dayalı birçok kendini iyi hissetme halini psikoterapi olarak adlandıramayız. Öğretmenin öğrencisine rol model olması, telkin, ikna ve bilgilendirmesi, din adamlarının öğüt, telkin ve ruhani bilgileri, anne-babanın çocuklarına verdiği eğitim, öğretim, şamanların halkına verdiği tılsımlı ve gizemli bilgi, çeşitli mistik ritüeller psikolojik rahatlama yani psikoterapötik etki yapmakla birlikte bilimsel anlamda psikoterapi olarak kabul edilemez.
Psikoterapi, herhangi bir ruhsal hastalık ya da psikolojik sıkıntıyı standartları oluşturulmuş belirli bir psikopatolojik anlayış içinde evrensel olarak kabul edilen bir kavram dizinine oturtarak ve yapılandırılmış bir program içerisinde tedavi etmek amacıyla sistematik bir şekilde yürütülen uygulamalardır.
Psikiyatrik bozuklukların birçoğunun hastalık olarak dahi tanımlanamadığı günümüzde psikoterapiyi dar kalıplara sokmak, tek bir psikoterapiden söz etmek de doğru olmaz.
İnsan beynini, fizyolojisini ve psikolojisini etkileyen mekanizmalar gün gün bir yap-bozun parçalarını yerleştirir gibi bilimsel gerçeklikte yerini almaktadır. Psikoterapide bu değişim ve gelişime ayak uydurmakta, her geçen gün resmin bütününe yönelik yenilikler ve gerçeklikler tıp dünyasına girmektedir.
Psikoterapi öncelikle felsefi ve bilimsel bir zeminde insanı ve insanın gelişimini temel alır. Psikolojik gelişim temelinde ruhsal sıkıntı yaratan psikolojik sapmaları belli bir plan ve çerçeve dahilinde düzeltmeyi amaçlar.
Dünya üzerinde yüzlerce psikoterapi tekniği uygulanmakla birlikte tüm psikoterapi yöntemlerini 4 ana başlıkta toplayabiliriz.
1-Pavlov'un hayvan deneyleriyle keşfettiği, temelinde koşullu şartlanmanın yattığı DAVRANIŞÇI PSİKOTERAPİLER.
2-İnsanı insan yapan temel yapının düşünce olduğunu kabul ederek idrak ve algılama farklılıkları üzerine oturan BİLİŞSEL PSİKOTERAPİLER.
3-Ruhsal problemlerin yaşanılan anla, yani bugünle ilgili olmayıp, geçmişle bir bütünlük içinde ele alınmasına inanan DİNAMİK PSİKOTERAPİLER.
4-İnsanın en temel varlık nedenlerini irdeleyen ve ölüm, hayatın anlamı gibi cevap bulunamayan sorularla ilintili olarak insanın ruhsal sorunlar yaşadığını iddia eden VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİLER.
Davranışçı psikoterapiler insanı mutsuz ve huzursuz eden, sıkıntıya neden olan davranışları düzeltmeyi amaçlar. Yani temel olarak davranışı ele alır. Hayvan davranışları model alınarak insan davranışları izah edilmeye çalışılmış ve davranışların oluşum süreçleri açıklanmıştır. Bir nevi, davranışlar laboratuarda test edilip, incelenerek bunlara uygun tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Canlılar belirli etkilere maruz kalınca belirli tepkiler vermektedir. Belirli uyaranlar bazı uyarıcılarla eşleştirildiğinde benzer sonuçlar alınmaktadır.
Sosyal öğrenme ve modelleme teorileri davranışçı psikoterapilerin temelini oluşturur. İnsanların davranışının ön plana çıktığı patolojik durumlarda davranışçı terapiler çok yararlı sonuçlar verir. Özellikle fobilerde taklit, modelleme, rol provası gibi davranışçı teknikler çok iyi neticeler vermektedir.
Fakat tüm davranışlar bu modelle izah edilemez. Çünkü insan düşünen bir canlıdır. Bizi hayvanlardan ayıran en büyük özellik, dışarıdan gelen her türlü algıyı beyinde yorumlayıp, bu yoruma göre tepki gösteren bir varlık olmamızdır.
Bu yaklaşım ve gerçeklik bilişsel yani kognitif psikoterapileri ortaya çıkarmıştır. Bilginin alınmasından, cevabın oluşmasına kadar beyin seçici algılama, abartma, küçümseme, bireyselleştirme, genelleştirme, ya hep-ya hiç tarzında düşünme gibi yöntemlerin birini veya birkaçını kullanmaktadır.
Bilişsel yaklaşım insanın kendine özgü bir kimlik geliştirdiğini, bir kendilik ve dünya algısının olduğunu, kendini ve dünyayı bu çerçevede yorumlayarak anlamlandırıp buna uygun tepkiler verdiğini kabul eder. Bilişsel çarpıtmalar, ruhsal sorunları yaratmaktadır.
Bazen hastayı ne kadar bilgilendirirseniz, bilgilendirin, ne kadar bilişsel içgörü kazandırırsanız, kazandırın, hasta erken çocukluk dönemindeki anne-baba-çocuk üçgeninde kalmaktadır.
Bu yapı akıl, mantık ve bilgiye dayalı bilişsel tekniklerle düzeltilememektedir. Erken çocukluk dönemindeki yaşantıların gün yüzüne çıkarılıp yeniden şekillendirilmesi Sigmund Freud'un temellerini attığı psikodinamik yaklaşımlarla olmaktadır. Bu model, insanı en geniş şekilde tanımlamakta, ruhsal yapının gelişim aşamalarını ortaya koymakta, bu gelişim evrelerinde meydana gelebilecek zararlı etkilere bağlı olarak ortaya çıkabilecek psikopatolojiler hakkında öngörülerde bulunmaktadır.
Psikodinamik yaklaşım insanı sadece bir davranış, bir bilişsel süreç olarak değil, onun duygu, davranış ve düşüncelerini, ailesi, sosyal, kültürel yapısı ve coğrafi yapısı içinde değerlendirir. Bu bağlamda psikodinamik model dini inançlardan siyasete, edebiyattan sanata geniş bir yelpazede açılım bulur.
Ruhsal yapı o kadar derin ve organizedir ki zaman kavramını, geçmişi ve geleceği bugüne taşıyarak yaşayabildiği gibi bugünün yapısını geçmişi örtmek ve geleceği belirlemek için de kullanabilmektedir.
Psikodinamik yaklaşımda serbest çağrışım, rüyaların yorumlanması, dil sürçmelerinin incelenmesi, simge ve dirençlerin incelenmesi ve yorumları yapılır.
Ruhsal yapının en derininde varoluşsal katman bulunur. Bu katman dışsal gerçekliğin zorunluluklarından uzak, kendi içsel varoluşunu sorgulayan bir zihinsel anlayıştadır. Varoluşçu psikoterapi, insanın bu içsel varoluşunda yaşadığı varoluşsal krizleri irdeler. Hayatın anlamı, geleceğin belirsizliği, yalnızlık, bugünkü durumumdan ben mi sorumluyum, başkaları mı, ölüm nedir? Gibi sorular varoluşun temelinde yatar. Kişinin ölüm korkusu, yalnızlık, belirsizlik, hayatın anlamsızlığı gibi temel yaradılış korkularını patolojik bir varoluşla yatıştırmaya çalışması anksiyete ve sıkıntı gibi ruhsal sorunlara yol açabilmektedir.
Yukarıda izah ettiğimiz 4 yaklaşım birbiriyle uyumsuz görünmekle birlikte bu sistemler bir bütünlük içinde çalışmaktadır.
Psikoterapist olarak insanın ruhsal yapısının bireye özgü göreceli bir yapı olduğunu bilmeli, zaman, mekân ve şartlara göre değişebildiğini her zaman dikkate almalıyız. Unutmayalım ki, insan etkilenen ve etkileyen bir varlıktır.
Antalya psikiyatri ve Antalya psikoterapi merkezi olarak bu yazımızda psikoterapi nedir, psikoterapi ne işe yarar, psikoterapi çeşitleri nelerdir sorularına yanıt vermek istedik.Psikoterapinin ne olduğu, ne işe yaradığı, kimler tarafından yapılması gerektiği geniş kitleler tarafından öğrenildikçe psikolojik sorunların çözümü de çok daha kolay olacaktır.