Psikoterapide Savunma Mekanizmaları

Ruhsal yapı dinamik açıdan topografik olarak bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı, yapısal açıdan id, ego ve süperego katmanlarından oluşur. Ruhsal yapıyı gelişimsel olarak oral, anal, fallik, latent ve ergenlik dönemlerine ayırırız.

Bilinçli yapı, yapısal açıdan egoya karşılık gelir. Doğuştan gelen ana materyal id'tir. İd, genetik şifreyle yüklenmiş, biyolojik temelli dürtü ve içgüdülerden oluşmuş temel yapıdır. İd, doğumdan ölüme kadar özelliklerini aynen koruyarak varlığını sürdürür. İd'in temel felsefesi dürtüsel talepleri hedef nesnesine ulaştırarak üzerindeki gerilimi boşaltmaktır.

Dürtülerin iki kaynağı vardır. Biri üretkenliği temsil eden yaşam enerjisi, diğeri de agresyonları temsil eden ölüm gerçeğidir. Dürtüler yapısı gereği hemen doyurulmayı isterler. Fakat bu hayatın gerçekliğinde mümkün değildir. İd'in bir kısmından farklılaşan ego, dürtüyü bir süre erteleyebilme yetisini kazandırır. Dürtülerin belli bir süre ertelenmesini sağlayan güç, ego gücüdür.

Ego realiteyi yani gerçekliği temsil eder. Ego'nun görevi id'in dürtülerini deşarj etmek, realiyete uyum göstermek ve süperegonun ahlaki yargıları karşısında sınırı aşmamaktır.

Ego için en büyük tehlike id'ten gelen dürtüsel arzu ve isteklerdir. Arzu ve isteklerin sorgusuz sualsiz gerçekleştirilmesi gerçeklik açısından büyük sıkıntı ve tehlike doğurur. İd'in ego tarafından baskılanması ve hedefine ulaşamayan dürtüler insanda gerilim ve bunaltı doğurur. Bu baskının ve gerilimin mutlaka belli düzeyde tahliyesi gerekir. Yoksa bu gerilim patlama şeklinde deşarj olur. Basınç ve gerilimi düşürmeyi sağlayan ego, kendi varlığını muhafaza etmek için bazı savunma mekanizmaları kullanmak durumundadır. Bu savunma düzenekleri ruhsal gelişim evrelerine göre ilkelden olguna doğru bir seyir izler.

Savunma düzenekleri bilinçdışıdır, otomatiktir ve büyük oranda id'e karşı savaşır.

Savunma düzeneklerinin bir kısmı ego'nun realiteye uyumu için, bir kısmı da süperego için oluşturulur.

Savunma mekanizmalarının iyi bilinmesi biz psikiyatristlere tüm psikolojik sorunlarda yol göstericidir.

Bastırma (represyon ve supresyon):

Tehlike arz eden dürtüleri durdurup, onları bilinçdışına bastırmak en temel savunma düzeneğidir. Bilince gelen dürtünün geri gönderilmesi, dürtünün bilinçdışında tutulması ve reel olarak yaşanan travmanın bilinçdışına gömülmesi bastırma mekanizması ile yapılır.

Ego'nun zayıflığı, süperego'nun baskınlığının yetersizliği ve realitenin kolaylaştırıcı etkileri sonucunda dürtüler uygulamaya geçebilir. Her çocuk kardeşine kıskançlık duyar ve ona zarar verme isteği temel dürtüdür. Çocuğun kıskançlığı hissedip, kardeşine duyduğu düşmanca hisleri fark etmesi ve bundan utanarak duygularını bastırmaya çalışması represyon, dürtülerin bilince çıkmasına izin verilmeden bilinçdışında tutulması supresyon bastırma mekanizmasıdır.

Bastırma, egonun öncelikli olarak alacağı ilk tedbirdir.

İçe Atım (İntrojeksiyon):

Benliğin oluşması beş duyu vasıtasıyla dış dünyadaki uyaranların içeriye alınmasıyla olur. Anne memesini bebek ilk emdiği andan itibaren içe alım eylemi başlamış olur. Zaman içinde diğer duyular vasıtasıyla görsel ve işitsel içe alımlar zenginleşerek devam eder. İlk nesne tasarımının oluştuğu bebeğin emme ile beslenmesi sırasındaki hoşnutluk anında ortamda konuşulanlar, odanın kokusu, gelen sesler, çalınan müzik, sıcaklık, nem oranı gibi her türlü uyaran ilerideki zevk ve tercihlerimizi belirleyen koşullu uyaranlardır. Bir takım anlamsız korkuların, duyguların ve hislerin çeşitli ortamlarda, çeşitli tad ve seslerde aktive olmasının arka planında bu yatar. Ağzında pamukçuk oluşmuşken emmeyle oral doyum sağlayıp, beslenmenin hazzını yaşayan bebek, bir taraftan acı da hisseder. Böyle bir içe alım, ileride cinsellikte sadist, mazoşist ve sadomazoşist bir ilişki tercihine yol açabilir.

İçe alım (inkorporasyon) insanın gelişiminde doğal bir süreç iken, içe atım (introjeksiyon) bir ego savunma düzeneğidir.

İçe atım dışarıdaki bir nesnenin veya nesnenin bir parçasının ya da nesnenin bir özelliğinin pozitif veya negatif anlamda içe alınarak zihinsel anlamda onun yaşatılmasıdır.

Bu durum genelde zayıf bir ego'nun, kendisini daha güçlü hissetmek için başvurduğu bir çözüm yoludur. Cesaretsizliği ve fiziksel zayıflığından ötürü yetersizlik hisleri duyan bir birey mahallenin kabadayısını içsel olarak içe atıp, kötü duygularıyla baş edebilir.

İçe atım sadece bu bağlamda olmaz. Sevilen bir nesne içe alınarak her an onunla iletişim ve özdeşim kurulabilmekte, ondan ayrı kalmanın acısı telafi edilebilmektedir.

İçe atım bazen negatif yönde değerlendirilir. Öfke duyulan ya da nefret edilen bir nesne içe atılarak bu nesneye karşı deşarj sağlanabilir.

İçe atımın bir diğer uygulama tarzı da kendiliğimizin bir parçasının kendiliğimizden kopartılarak içte tutulmasıdır. Bireyler zaman zaman isteyerek veya istemeyerek egosuna, süperegosuna ve kendiliğine ters düşerek, dürtülerinin esiri olup, bazı eylemler gerçekleştirebilirler. Bu eylemler bazen ego tarafından sindirilir, bazen de ayrı bir parça olarak izole edilerek saklanır. O farklı parça bünyede varlığını idame ettirir. Bu birey için ciddi bir sorundur, kişiyi ileri derecede rahatsız ve huzursuz eder. Birçok intihar vakasının altında bu yatmaktadır.

Bölme (Splitting):

Bölme ilkel savunma mekanizmalarının en önemlisidir. Bebeğin beyinsel ve zihinsel gelişimi olgunlaştıkça canlı, cansız ayrımından başlayarak, ilk zamanlarda görülmesi engellenen nesnenin yok olduğu düşüncesi zamanla o engelin arka planını görebilmekte ve soyut düşünebilmektedir. Bebeğin ilk nesne tasarımı annedir. Bebek gelişim sürecinde beş duyusuyla dış dünya ile tasarımlar çıkarırken, kendi kimliğini bedenini ve varlığını algılayıp, değerlendiremez. Bu aşamada aynalama denilen süreç işler. Bebek anneyle füzyona girerek kendisiyle ilgili tasarımları annenin bakışlarından, yüz ifadesinden, jest ve mimiklerinden, ses tonundan ve davranışlarından çıkarır.

Doğumla birlikte ilk aylarda annenin bebeğe olan yoğun ilgi, sevgi, şefkat ve alakası bebekte değerlilik ve hoşnutluk yaratır. Bu aşamada çocukta ilk narsisistik, iyi kendilik oluşur. Fakat zaman içinde anne bebeğin ağlamasına, çişine, kakasına, mamasını yememesine kızmakta, öfkelenmekte, bakışları değişmekte, ona nefretle hatta iğrentiyle bakabilmektedir. Bebek kakasına, çişine, pisliğe bulanmasına kızılmasını hiçbir şekilde izah edemez. Ego'nun çok ilkel düzeyde olduğu bu dönemde çocuk ilk savunma düzeneklerinden olan bölme düzeneğini kullanır.

Bölme mekanizması, aynı obje tarafından bireye ulaştırılan, pozitif ve negatif davranış ve duygu yükünün, bebekte birbirinden ayrı tutularak, bunun tek bir birey tarafından değil, iki farklı birey tarafından yapıldığı kanaatinin oluşmasıdır.

Artık bebek için iki ayrı anne vardır. İyi anne ve kötü anne. İyi anne geldiğinde bebekte iyi kendilik aktive olup, kendini önemli ve değerli hissederken, negatif hislerle dolu kötü anne geldiğinde kötü kendilik aktive olmakta, bebek kendini değersiz, aşağılanmış olarak hissetmektedir.

Bebeğin zihinsel gelişiminde iyi ve kötünün yan yana barınması mümkün değildir. Çocuk bunu kaldırabilecek kapasitede değildir. Bunu tertemiz anne sütüne, çiş ve kaka bulaştırarak içmek gibi tarif edebiliriz. Bu gelişim evresinde bebek bu iki yapıyı ayrı ayrı bölümlerde tutarak birbirine karıştırmaz. Bu düzeneğe bölme mekanizması denilir. Bu sayede kötü kendiliğin, iyi kendiliğe zarar vermesi önlenmiş olur.

4-5 yaşlarına doğru bölme mekanizması yavaş yavaş zayıflar ve bütünlüğe yönelir. Annenin şahsında iyi ve kötü nesne birleştirilir ve entegre olur. Çocuk anne davranışlarının neden ve niçinlerini algılayarak, yorumlayabilecek bir olgunluğa erişmiştir. Dış dünya iyi ve kötü nesneler olarak bölünmüş iken, gerçeklik ilkesinin egoda yerleşmesiyle dünyanın tek bir nesneden ibaret olduğu gerçeği fark edilecek ve kabullenilecektir. Dış dünya iyilik ve kötülükleriyle bir bütündür.

4-5 yaşlarında iyi ve kötü kendiliğin birleştirilerek, bütüncül bir kendilik tasarımı oluşması gerekirken, bu mekanizma ileri yaşlara sarkarsa bireyler hayatlarına borderline kişilik yapısında devam ederler.

Annenin iç tutarsızlığının çocuğa yansıtıldığı kaotik aile ortamında yetişen çocuklar böyle bir yapı geliştirebilir. Böyle bireylerde hoşnutluk ve hazzın yaşandığı iyi kendilik ortamında bir sorun yaşanmazken, negatif hisler ve kötü duyumlarda, hayat mücadelesindeki en ufak bir zorlanmalarda aşırı kızgınlık ve saldırganlaşma şeklinde tepki verilir. Bu kötü hislerden bir an önce kurtulma yolları aranır.

Bazen ortada hiçbir neden yokken, dış dünyadan kötü bir uyaran gelmediği halde, kişiler bölme mekanizmasıyla ayrı tuttuğu kötü kendiliği aktive ederek, otomatik olarak kötü kendiliğe geçebilirler. Burada muhtemelen iç dünyada tasarımsal varoluşta bir kırılganlık söz konusudur. Veya geçmişteki kazanılmış koşullu refleksler, nötr bir uyaranı negatif bir uyaranla eşleştirmektedir.

Bu durumda kişi yansıtmalı özdeşim savunma düzeneğini kullanarak kullanarak içindeki saldırganlık veya kötü kendiliği etrafında konteynır olarak gördüğü bir insana yükleyerek, kendini rahatlatma yolunu seçebilir. Artık sıkıntı ve kötü kendilik, onları yüklediği insandadır, kendisi iyi kendiliğe geçerek duygusal iyilik halini hissetmektedir. Karşıdaki insan da kendi başının çaresine baksın!

İdealizasyon:

İdealizasyon temel olarak borderline ve narsisistik kişiliklerde görülmekle birlikte herkes zaman zaman bu mekanizmayı kullanabilir. Annenin bebeği için her şeyi feda edebilecek, yalayıp yutabilecek kadar olan sevgi, ilgi, koruma, kollama hisleri idealizasyonun ilk çekirdeğini oluşturur. Bebek burada kendini tapınılacak kadar yüce bir varlık olarak hissetmektedir.

Fakat bu durumun hemen arkasından altı pislik dolu bir bebek ve annenin değişen bakışları değersizleştirme savunma mekanizmasının ilk nüvelerini oluşturur.

İdealizasyonun en ilkel hali kişinin kendini tapınılacak kadar değerli ve önemli hissetmesidir. Bu duygu, gelişim evrelerine paralel kademe kademe törpülenmelidir.

Reel hayatın bizden beklediği olumlu rolleri oynayıp, bunlarda başarıya ulaştıkça değerlilik hissimiz artar ve içsel huzuru hissederiz. Sağlıklı İdealizasyon budur.

Ego'nun temel varoluşsal nedeni, hayatta ve toplum içerisinde saygın bir konumda bulunabilme durumudur.

Bir tıp profesörü, bir maden işçisi, bir kanalizasyon temizleyicisinin toplum içinde yaptığı işin, hiyerarşik düzende farklı konumları da olsa, hepsinin yaptığı iş kutsaldır ve önemlidir. Her birey yaptığı iş ve konumu ne olursa olsun, önemli ve değerlidir.

Sosyal hayat içinde bulunduğumuz konumlarda, hak ettiğimiz değerlilik hisleri bir takım travmatik yaşantılarla kaybolabilir.

Patolojik olarak İdealizasyon savunma düzeneği çalıştığında kişi, insanların kendi kıymetini anlamadığı düşüncesinden başlayarak herhangi bir ideoloji veya dinsel örgütlenmeye bağlanarak bir idealin aracı olma peşinde koşabilirler.

Yaşamın temelinde aslında insanı hep ayakta tutmaya yönelik temel değerlilik hissi bulunur. Ne kadar travmatik yaşantılarımız olursa olsun, tanrısallık iddiasına kadar varabilen değerlilik hisleri insanı korumakta ve yıkılmasını önlemektedir.

İnsanın ilk temel çekirdeği, iyi kendilikte hissedilen İdealizasyon ve değerlilik hissidir.

Atasözlerimizde de hayat bulan "akıllar pazara çıksa, herkes kendi aklını satın alır" gibi sözler, annemizin bize hissettirdiği önemlilik ve değerliliği oluşturan, kendilik çekirdeğidir.

Devalüasyon:

Bebek annesinin yanında kendini tanrısal düzeyde değerli hissederken, altına kaka yaptığında anne ona kakaya bakar gibi bakacaktır. Bu değersizlik hissini oluşturan ilk çekirdektir.

Ortalama 4-5 yaş civarında zihinsel yapının olgunlaşmasıyla bebek annenin neden ve niçin negatif hislerle dolu olduğunu kavrar. Zaman, mekân ve mantık kurgusu oturur. Anne veya bakıcının tutarsızlığı, bu yapının geç oluşmasına ya da tamamen ayrı kalmasına neden olabilir.

Yaşamımızda iyi şeyler yaptığımızda kendimizi önemli ve değerli hissederken, kimliğimize ters şeyler yaptığımızda kötü hissederiz. Bu bütünleşmiş bir kendiliğin doğal işleyişidir. Dışarıdan birinin bize bakışı, yargıları, değerlendirmesi önemlidir. Başkaları bizimle ilgili iyi yorumlarda bulunursa kendimizi değerli ve önemli hissederiz. Olumsuz yorum ve bakışlarda da kötü hisseder, o izlenimi silme gayretine gireriz. Bu da her normal bireyin aktive olan kötü kendilik çekirdeğinden kurtulmak için vermek zorunda olduğu bir savaştır.

Normal süreç bu yönde işlerken, borderline, narsistik ve obsesif kompulsif kişilik yapısında ve manik depresif yapının depresif tarafında kötü kendilik aktive olduğunda birey çok değersiz, aşağılık, pislik duygularına kapılır. Karşıdaki nesneler de çok kötü, pis, aşağılık ve kalleştir. Dünya basitleşmiş, küçülmüş, hiçbir değeri kalmamıştır. En ilkel devalüasyon (değersizleştirme) mekanizması budur.

Obsesif kompulsif kişiliklerdeki "ya hep, ya hiç" tarzı buradan kaynaklanır.

Yer değiştirme:

Yer değiştirme dinamik kuramın temelidir. Erkek çocuğun ödipal çatışmasında babaya, kız çocuğun elektra çatışmasında anneye karşı kullanılır. Baba erkek çocuk, anne kız çocuk için için hem sevilen hem nefret edilen bir nesnedir. Çocuğun fantezi dünyasında, babanın ya da annenin çocuğu iğdiş ederek ya da öldürerek onu rakip olmaktan çıkaracağı korkusu yatar. Bu durumda çocuk anne, babanın korkulan bir parçasını dış dünyadaki başka bir nesneye transfer eder. Kedi, köpek, tüylü bir hayvan, herhangi bir makine korkusu veya karanlık, öcü, cin, peri gibi fantastik korkular bu transferden kaynaklanır.

İnsan hayatındaki haz ve elem arasındaki gitgellerle sıklıkla yer değiştirme kullanılır. Davranışsal öğrenme, bilişsel çarpıtma, dinamik nesne ilişkileri ve varoluşsal yaklaşımda yer değiştirme önemli yer tutar. Birçok fobi ve cinsel işlev bozukluğunun kaynağında yer değiştirme düzenekleri yatmaktadır.

Başka şeye yöneltme:

İd, yaşam ve ölüm enerjisi arasında süregen bir yapıdır. Ölüm enerjisini belirleyen bireyin hissettiği saldırganlık, yani agresivite duygusudur. Bu kızgınlık ve öfke deşarj edilmek zorundadır. Bazen bireyin agresivitesini boşaltacağı nesne, kişiye daha büyük bir zarar verecek kapasitede olabilir. Bu durumda kişi öfkesini boşaltmayı erteler ve çoğu zaman daha güçsüz, daha kolay bir hedefe yönlendirebilir.

Öğretmenine kızan çocuğun evde küçük kardeşini hırpalaması, hayatta ezilen bir erkeğin evde karısını dövmesi, amirine ses çıkaramayan memurun sıradan vatandaşı fırçalaması buna örnek verilebilir.

Özellikle ülkemizde olduğu gibi, adaletin yavaş işlediği ve düzgün çalışmadığı, bireyselleşmenin tam oluşmadığı, güçlünün zayıfı ezdiği sistemlerde, başkasına yöneltme mekanizması yaygın olarak kullanılır.

Toplumsal cinnet haline gelen kadın cinayetleri, töre cinayetleri hep bu mekanizmanın ürünüdür.

Kendine Yöneltme:

Masanın üzerinde duran bardağı eline alıp, yere atıp kırarak büyük bir haz ve deşarj yaşayacak bebeğin elinden bardak bir anda alınarak yüksek bir yere kaldırılır. Çocuk bir anda büyük bir hazdan yoksun bırakılmış ve bir travma yaşamaktadır. Bunun adı güçsüzlük, çaresizliktir. Bir ömür boyu yaşanacak acı ve elemlerin ilk prototipidir. Hedefine ulaşamayan dürtüler acı ve elem verir. Anksiyete, bunaltı ve gerilim oluşturur. Daha sonra yoğun bir öfke, kızgınlık ve sinirlilik hali ruhu kaplar.

Engellenen bebek çok güçlü olan annesine bir zarar veremez. Bu noktada kendine yöneltme mekanizması devreye girer, bebek kendini yerlere atabilir, başını duvarlara vurabilir.

Tüm zarar kendi bedenine yönelmiştir. Bebek burada tapılacak kadar kendini sevdiğini bildiği annesine ceza vermek istemektedir. Anne paniğe kapılır ve korkarsa bebek tekrar elinde bardak ile savaşı kazanmıştır.

Erişkin dönemde, psikopatolojik anlamda kendine acı ve işkence eden, intihar girişimlerinde bulunan bireyler aslında sevdiklerinin canını yakmak istemektedirler.

Birçok ruhsal tablod, kişi kendine yöneltme düzeneği ile varoluşunu gerçekleştirmektedir.

Bazen birey kendi kendinin ego'sunun bir parçasını diğer bir parçasıyla cezalandırma yoluna gider. Yalan söylediği veya zina yaptığı için utanan bir birey, çok da inançlı olmamasına rağmen oruç ve namaza başlayabilir. Ticarette çok başarılı biri iflas ettiğinde, narsistik bir yapının altında utancından intihar edebilir.

Yansıtma:

İd'den veya bilinçdışından gelen talep ve dürtüler ego'ya, realiteye ve süperegoya ters ise, zaman zaman yansıtma mekanizmasıyla deşarj olurlar.

Yansıtma mekanizması, bilinçdışından gelen istek ve arzuların bireyin egosunu pas geçerek karşıdaki bir nesnede canlandırılmasıdır.

Paranoid bozuklukta dışarıya karşı olan ve ego tarafından kabul edilmeyen düşmanlık, haset, kızgınlık, öfke hisleri dışarıya yansıtılarak, karşıdaki insanlar suçlanır. Dışarıdaki insanlar ona karşı düşmanca hisler beslemekte, oyun ve komplolar hazırlamaktadır.

Yansıtma genelde iki türlü ortaya çıkar. Ya suçlama direkt karşıya yönlendirilir. Diğerleri kötüdür, haindir, yalancıdır, korkaktır, sahtekârdır, sapıktır, cinsellik düşkünüdür v.s.

Ya da diğerlerinin benimle yalancı, korkak, sahtekâr, tembel gibi düşünceleri var ama hepsi haset ve düşmanlıktan. Ben kesinlikle böyle biri değilim. Özellikle narsistik ve borderline kişilik bozukluklarında bu söz konusudur.

Özdeşim:

Özdeşim savunma düzeneği ego'nun ve kendiliğin oluşumu için gereklidir. Özdeşim doğal ve normal bir süreçtir.

Çocuk anne, baba veya bakıcılarının davranışlarını modelleyerek özdeşim kurar. 2 yaşından itibaren ayrışma gelişir. Nesneye yaklaşım şekli bir modelleme veya özdeşim iken, onun zaman ve zeminini belirleme bireysel bir tercih ve farklılaşmadır.

Burada önemli olan çocuğun etrafındaki rol örnekleri ve özdeşim yapabileceği bireylerin tutarlı ve birbirleriyle uyumlu davranış örüntülerinde bulunabilmelidir.

Çocukluk dönemindeki bazı başarısız özdeşim yapılanmasının ergenlik döneminde yeniden harmanlanması ve sağlıklı bir yapıya kavuşması ihtimali vardır. Bu dönemde ünlü olma, kısa sürede zengin olma, çalışmadan kazanma, yükselmek için her yol mubahtır gibi sağlıksız örneklerden kaçınmak gerekir.

Ergenlikte kimlik netleştikten sonra, erişkinlikte özdeşimler bir başka boyutta devam eder. Burada kimliğin değişimi değil, sürekli bir yenilenme ve dinamizm ile olgunlaşması söz konusudur.

Yansıtmalı Özdeşim:

Yansıtmalı özdeşim, öz itibariyle kendilik gelişim evrelerinde 4 yaşına kadar sürdürülen bölme mekanizmasının bir takım nedenlerle daha ileri yaşlarda da varlığını devam ettirmesi sonucunda ortaya çıkar.

Kötü kendiliğe sahip kişi erişkin dönemde kendini gerçekten pislik gibi hissetmektedir. Bu pislik duygusunun getirdiği kötü hisleri bir an önce birilerine yükleyip kurtulmalıdır. Bu da genellikle onun nazını çekebilecek, onun bu sıkıntısını yüklenecek, ona bu fedakârlığı yapacak en yakın kişidir. Bu kişi tespit edildikten sonra işlem devreye sokulur. Bu kurban çoğu kez eş veya bir aile ferdidir. Kişi bunu bilinçli olarak yapmaz. Öncelikle karşıdaki yükleme yapılacak bireyi suçlayacak ve kışkırtacak bir malzeme bulunur. Yükleme yapılan yani konteynır olan kişi başlangıçta bu sataşmaları algılamaz, önem vermemeye çalışır. Sataşmaların, tahrikin ve duygusal sürecin yoğunluğu karşısında bir müddet sonra anlaşılamama ve anlatamamanın ızdırabıyla şaşkınlaşır, o da saldırgan ve öfke dolu bir yapıya girer. Bu andan itibaren kötü kendilik karşı tarafa yüklenmiştir. Patolojik birey tartışmayı keserek, kapıyı çarparak olay mahallinden uzaklaşır. Kişi kendini kuş kadar hafif ve rahat hisseder.

Yansıtmalı özdeşim sıklıkla borderline kişilik yapılarında daha seyrekte obsesif kompulsif kişilikte kullanılan patolojik bir savunma düzeneğidir.

Reaksiyon-Formasyon:

Tersine döndürme savunma düzeneği bilinçdışı dürtüsel yapının ego ve süperego baskısı karşısında var olabilmek için tam tersi bir kimlik oluşturma sürecidir.

Ergenlikte yoğunlaşan cinsel dürtülerin, zaman zaman ensest içerikle de karışması ergende şiddetli bunaltı yaratır. Önce bastırma, ardından yadsıma ve sonra da reaksiyon-formasyon düzeneği devreye girer. Örneğin; ergen cinsel dürtülerini ilahi veya dini bir inanca yönlendirerek bir cemaat grubuna dahil olabilir.

Aşırı tevazu gösterip, alttan alan birinin bilinçdışında aşırı kibirini saklamak, aşırı cesur ve atak görünen birinin bilinçdışında aşırı korku ve cesaretsizlikleri yatabilir.

Aşırı önemsemenin altında vurdumduymazlık, aşırı temizliğin altında kirlilik, aşırı düzenin altında kaotik bir durum yatabilir.

Obsesif kompulsif bozukluklardaki aşırı temizlik, el ve vücut temizliği ritüellerinin altında çoğu zaman bilinçdışı suçluluk, kirlilik ve günahkarlık hislerinden kurtulmanın simgesel yolları yatmaktadır.

Yadsıma (inkar):

Yadsıma bir gerçekliğin göz ardı edilmesidir. Bu bilgi ve duygu düzeyinde olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.

Askerdeki oğlunun ölüm haberine ısrarla inanmamak, bana yalan söylemeyin, şaka yapmayın diyerek reddetmek bilgi düzeyinde yadsımadır.

Ölen evlatla ilgili gerçekliği bilmeye rağmen, hiç olmamış gibi hissedip, yas tutmamak, mezarına gitmemek, kendini gezme ve eğlenceye vermek duygu düzeyinde yadsımadır.

İzolasyon (yalıtma):

Hayatımızı şekillendiren, ona yön veren ve anlamlandıran temel etki duygularımızdır. Ana planda duygular yer alırken, mantık ve akıl ikinci plandadır. Duygu her şeyi kör eden, sağırlaştıran ve mantığı bitiren bir süreçtir. Yoğun duygusal nöbet ve patlamalarda mantık kaybolur.

Sevinç, haz, keyif gibi mutluluk veren duygularda bir sorun yaşanmazken acı, keder ve kayıpların yaşandığı durumlarda tahammül derecesi sınırlıdır. Acıya dayanabilme gücü ego'nun gelişmişliği ile bağlantılıdır. Ego zayıf kalmış, gelişmemiş ise acıların getirdiği negatif yükler göğüslenemez. Bu durumlarda yalıtma (izolasyon) düzeneği kullanılır.

Annesini kaybeden genç onun ölümü karşısında bir şey hissetmeyebilir, başarısızlığından dolayı okuldan atılan öğrenci olayın bilincinde gibi durmayabilir, sevgilisinin terk ettiği birey olayı üçüncü biri yaşamış gibi duygusuz anlatabilir. Buralarda izolasyon düzeneği devreye sokulmuştur.

Güçlü bir ego bu durumlarda rahatça paylaşabilen, gözleri dolan, gerekirse ağlayabilen, yas reaksiyonunu yaşayabilen egodur. Obsesif kişilikte, duygularını dışa veremeyen mantık ağırlıklı bir kişilik örüntüsü gösterilir.

Rasyonalizasyon (aklileştirme):

Aklileştirme bilinçli ve şuurlu yapılan bir hareketin egoya, süperegoya veya gerçekliğe uymaması sonunda ortaya konulan yalan mekanizmasıyla ilintili değildir. Yalan ego'nun bilinçli ve amaçlı bir eylemi olup, süreç ego kontrolündedir. Aklileştirmede ise bilinçli ve amaçlı bir çarpıtma yoktur. 4-5 yaşlarındaki bir çocuk, kıskançlık ve haset duygularıyla küçük kardeşini hırpalayabilir, ona zarar vermeye çalışabilir.

Ebeveynleri tarafından sorgulandığında kardeşinin saçını çektiğini, ona vurduğunu, kendini ittiğini söyleyebilir. Büyük kardeş burada haset duyumunun ayırdına varamamakta, eylemi yapma gerekçelerine gerçekten inanmaktadır. Bu bir aklileştirmedir.

Otoriteye isyan eden bir ergen neden anne-babanın sözünü dinlemediği sorulduğunda, ebeveynlerinin haksız taleplerde bulunduklarını, onu kimsenin anlamadığını, yüce fikirlerinin ciddiye alınmadığını söyler. Ergen buna yürekten inanmaktadır. Temel isyan dürtüsünü, mantıklı bir kılıfa sokmuştur. Bu bir aklileştirmedir.

Somutlaştırma:

Mide ülseri, çarpıntı, tansiyon düşüklüğü veya yüksekliği, alerji, nefes darlığı gibi psikolojik tetikleyici unsurlara bağlı ortaya çıkan bedensel belirtiler somutlaştırma savunma düzeneğinin oluşturabildiği rahatsızlıklardır. Strese bağlı psiko-somatik hastalıklar böyle ortaya çıkar.

Psikoterapide savunma mekanizmaları, savunma düzenekleri, savunma düzeneklerinin psikoterapideki önemine değinen makale, psikiyatri uzmanı Emine Filiz Uluhan tarafından kaleme alınmıştır.