Kadınlarda Depresyon
Depresyon kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla gözlenir. Kadınlardaki depresyon yaygınlığında bilişsel farklılıklar, biyolojik özellikler ve psikososyal sıkıntılar rol oynamaktadır.
Yüksek progesteron içerikli doğum kontrol hapları, kısırlık tedavisi amacıyla gonadotropin uyarıcı hormon kullanımı, çocukluk çağında fiziksel ve cinsel istismara uğrama, cinsiyet rol ve beklentilerine yönelik toplumsal baskılar, iş ve aile hayatında erkeklere oranla fazla sorumluluk alınması depresyonun kadınlarda görülme sıklığını arttırmaktadır.
Adet öncesi dönemde fiziksel sıkıntı, davranışsal ve duygusal değişikliklerle seyreden premenstrüel sendromu ağır geçiren kadınlarda depresyon riski artmaktadır.
Gebelik ve depresyon, doğum sonu depresyonu kadınlarda özel öneme sahip olup, sağlık açısından çok dikkat gerektirir. Geçirilmiş depresyon öyküsü, genç yaş, fazla çocuk, evlilik çatışmaları, sınırlı sosyal destek, gebelikle ilgili yanlış inançlar gebelikte ve doğum sonrası dönemde depresyon riskini arttırır.
Gebelik depresyonu psikiyatrik açıdan tedavide zorlanılacak bir durumdur. İlaçların fetüs üzerindeki etkileri ve gebelikteki biyo-hormonal değişikliklerin antidepresan ilaçlar üzerindeki metabolik etkileri göz önüne alınmalıdır. Gebelikte ilaç tedavisinde kar-zarar dengesi gözetilerek hasta ile ortak bir tedavi stratejisi çizilir.
Doğum sonrası da depresyon açısından riskli bir dönemdir. Kadınların yaklaşık yarısı doğumu takiben 4-10 gün süren, bilgilendirme ve destekleyici yaklaşım ile kendiliğinden düzelen doğum sonrası hüznü yaşarlar. Doğum sonrası hüznünde huzursuzluk, ağlama isteği, değişken bir duygu durum, uyku ve iştah düzensizliği görülür.
Bazı loğusalarda fiziksel belirtiler ve depresif duygu durum iki haftadan uzun sürer, majör depresyon gelişir. Bu durum loğusalık depresyonu olarak bilinir, anne ve çocuk açısından risk yaratabilecek ciddi bir ruhsal bozukluktur. İlk doğumlarda, gebelik öncesi depresyon geçirenlerde, evlilik sorunları bulunanlarda, yeterli sosyal destek alamayanlarda loğusalık depresyonu daha sık görülür. Loğusalık depresyonu tedavisinde emziren annelerde ilaçların süte geçmesi önemli bir problemdir.
Menopoz dönemi teorik olarak depresyon açısından riskli görülmekle birlikte, psikiyatrik araştırmalarda menopozun depresyon sıklığını arttırdığına dair kanıtlar elde edilememiştir.
Majör depresif bozukluğa yaklaşık % 50 oranında fiziksel veya psikiyatrik bozukluklar da eşlik eder. Kadınlarda bu oran daha yüksektir. Yeme bozukluğu ile depresyon arasında özellikle kadınlarda güçlü bir ilişki vardır. Ayrıca tiroid hastalıkları, fibromiyalji ve migren ile depresyon birlikteliği de sık görülür.
Antidepresan ilaç kullanımı da kadınlarda daha bir özen ister. Yağ oranının fazlalığı, karaciğer enzim aktivitelerinde düşüklük, mide boşalmasının daha uzun olması gibi sebeplerle antidepresan ilaçlar kadınlarda daha yavaş metabolize olur. Bunlardan dolayı kadınlar antidepresanların yan etkilerine daha hassastır.
Depresyon tedavisinde çoğu hastada antidepresan ilaç tedavisi gerekmekle birlikte, bilişsel-davranışçı, dinamik ve kişiler arası psikoterapilerin büyük etkinliği vardır. Psikoterapi uygulamalarında kadınların yaşam dönemlerine özgü özellikler, sosyal koşullar, gelişimsel özellikler ve kişilik özellikleri mutlaka dikkate alınmalıdır. İlaç tedavilerinde kadınlarda antidepresan dozları daha düşük tutulmalı, bu ilaçların doğum kontrol haplarının etkinliğini düşürdükleri bilinmeli, hastalar özellikle premenstrüel dönemlerde daha yakından izlenmeli, bu dönemlerde doz arttırımı gerekebileceği unutulmamalıdır.